Karaburun

Yer: İzmir/Karaburun(başka Karaburunlar da varmış)

Bu bir seyahat yazısı değil. Karaburun’da ne yenir, plajları nelerdirden ziyade hafızamda yer etmesini istediğim şeyleri yazacağım.

Param ve vaktim oldukça seyahat eden bir insanım. Pek çok yer gördüm şimdiye kadar; ama Karaburun’u alıp başka bir köşeye koyuyorum.

İstanbul’dan 4 kişiyle, 4 günlüğüne gidilen 4 4’lük bir yolculuktu bizimkisi… Ege yolları zeytin ağaçlarıyla dolu. İnsan gördükçe mutlu oluyor.(umarım kesmezler)

Yasa tesislerinde susurluk tostu ve ayranı da ilave edip sohbet ve müzik dolu bir yolculuk yaptık. Dinlediğiniz şarkıyı anılarınız ile bağdaştırıyor musunuz? Ben eski şarkıları hangi yıl, hangi hislerle dinlediğimi hatırlıyorum.

Karaburun’da hiçbir şey yok. Özellikle de eğlence anlayışınız çeşme(onu da severim) ya da lüks beş yıldızlı tatil stiliyse burada hayal kırıklığı yaşamanız ve sıkıntıdan ölme ihtimaliniz çok yüksek.(ciddiyim)

Hep gidemediğim yerlere özenirdim, konu gittiğin yer değilmiş hayatımda ilk kez bunu idrak ettim. Konu sensin, çevrendeki insanlar, o şehrin/kasabanın sana hissettirdikleri.

İnsan hiçbir şey olmayan minik bir sahil kasabasından dört günde başkalaşım yaşayarak çıkabilirmiş. Bu ispanyol merdivenleri’nde oturup dondurma yemek, Amsterdam’da canlı şova gitmek gibi değilmiş…

71 yaşında bir teyzeyle tanıştık Karaburun’da. Kaldığımız salaş pansiyonda teyzemizin sosyal yapısıydı tanışıklığımızın sebebi. Karşılaştıkça minik minik sohbetler ettik. Son akşam rakılı mezeli soframızda dört kadın arkadaş kahkalar atarken teyze yanımızdan geçti, durdu(onun da son akşamı) “gençler size bayıldım telefonumu alın izmir’e gelirseniz bir gün önce haber verin sarma sarmam için bir gün gerekir” dedi. Telefonunu verdi. Tatlı tatlı hayat derslerimizi alırken sofraya buyur ettik. Memnuniyet duyacağını belirterek oturdu.

Sonra bizler gözlerimizi dört açtık, öğrenecek çok şeyimiz vardı. Teyze anlatmaya başladı; 11 yaşında idealindeki okul için evden kaçmıştı. Zengin amcasının yanına. Amcası babasını ikna etmiş Robert kolejine gitmişti. Ordan Boğaziçi Üniversitesi’ne ve iki sene burada okuyup sevdiği adamla evlenmek için şehir değiştirip Odtü’ye geçiş yapmıştı. 68 kuşağıydı solculuk damarlarına girmiş, Diyarbakır cezaevinde hapise girip 15 yıl yasaklı kalmış, işkence görüp ilk çocuğunu kaybetmiş sonraki iki çocuğunu da aldığı hasarlardan dolayı yitirmişti. Tek kız evladını kucağına aldığında kızı 13 günlükken eşini yakın bir arkadaşıyla yakalamış ve ayrılmıştı.

Teyzemin(evet artık benim teyzem olmuştu), sağlık sorunları vardı, zor yürüyordu; ama hayatı boyunca tura bağlı kalmadan gezmiş. Bu yıl Hollanda’ya tek gidip zorlu maceralar yaşamış hayat enerjisi yüksek biri. Üç ayını Çamlıhemşin’de geçirecek çünkü orada yaz aşkı var, çapkınlıktan hiç vazgeçmemiş. “Güzel değildim; ama istediğimi hep aldım evliliğimden sonra hiçbir ciddi ilişkiye izin vermedim. Baktım erkek arkadaşım evime diş fırçası bırakıyor hemen yol verdim. Hiçbir erkek için hayatınızı, kendinizi değiştirmeyin; ama erkeklerden de uzak kalmayın. B12 alacağıza erkek arkadaş edinin” diyen biri. Sonra benden bir takım sözler aldı kırk yıllık dostum gibi sarılarak vedalaştım.

Karaburun bu kadar mı? Senelerdir güneşin doğuşunu izlemediğimi fark ettim. Denizin dibindeydim. İzleyecektim. Hergün yaşanan doğa olayı bu kadar mı ihtişamlı olur? Neden daha sık yapmadığımı sorguladım, senelerce İstanbul’da yaşayıp bir kez bile boğazda güneşin doğuşunu izlemediğimi sorguladım. Son gün tekrar izledim. Koca koca teyzeler amcalar yüzüyordu. Yaş alanlar bizden daha çok anlıyor hayatın tadını.

Gene bu sahil kasabasında gece tüm siyahlığıyla çöktüğünde, bina ışıklarına kurban gitmeyen büyüleyici gözüken yüzbinlerce yıldız altında, dalga sesleri ve 90lar müziği eşliğinde, eski bir iskelede oturup beyaz balıkçı kayıkları ve denize vuran sokak lambalarının ışıltısını izledim.

İncirli Koy

İncirlikoy diye bir koy var. Eski adı Akvaryum Koyu’ymuş. Karşısında minik iki ada… ilk gittiğimiz gün adaya yüzmeye karar verdim. İnanın hiç yakın değilmiş.:) Çocukken datça’ya tatile gitmiştik, 7 kat diye bir yer vardı. Kat kat kayalıklar insanlar denize atlıyor. Ben de atlamayı çok severdim ama ordan hiç atlamamıştım. Bir gün annem bir arkadaşım ve abisinin peşine takılıp oraya gitmeme izin verdi; ama “kesinlikle kayalardan atlamayacaksın” dedi. “Tamam” dedim ama içimden atlarım diye düşünüyordum. Annem anlamış olacak ki “döndüğünde bikinin ıslaksa kontrol edeceğim” dedi. Atlayamadım. İçimde hep ukde kaldı. O adaya kesin olarak gidilecekti.

Başladım yüzmeye, bir süre sonra fark ettim ki ada hiç göründüğü kadar yakın değil. Biraz daha yüzünce akıntı başladı. Hayatımda max. 500 metre açılmıştım, tekim, kıyıdakiler gözükmüyor ve korkmaya başladım. Yüzerken bir nokta var dönsen dönemiyorsun kıyıya çok uzaksın, ama ada da uzak… ne çok şey düşündüm o yüzme esnasında. Hani zor bir hedef koyarsınız sona yaklaştıkça bitmek bilmez ya? O duyguları hatırladım. Adaya ulaşınca tek başıma kocaman gülümsedim. Hep eleştirecek halim yok ya bu kez başarımı takdir ettim. Dönüşte çok daha kolay şekilde döndüm ve tecrübenin önemini hissettim. İnsan bir kez bir şeyi başarınca devamında en az on kat daha rahatlıyor. Ve beyin çok tehlikeli bir organ allah’ın ege’sinde “köpek balığı çıkar mı”dan, “şilep gelir de altında kalır mıyım”a kadar her şeyi düşündüm. Ki şöyle söyliyim ordan şilep geçmesi olası değil…

Sonra durduk yere size gülümseyen insanlar, günaydınlaşan insanlar… bünyelerimiz alışık değil. Düşündüm neden bu denli zorlaştırıyoruz hayatı? Neden böylesine izole, böylesine suratsız, böylesine zindan edercesine yaşıyoruz?

Neyse yazsam yazarım bir yerde nokta koymak gerek. Nokta

Soru ve görüşleriniz için; İletişim sayfasından ya da yorum kısmından bana ulaşabilirsiniz. 

Biraz da siz kar(g)alayın!

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.