Dört Anlaşma – Toltek Yaşam Sanatı

Dört Anlaşma, Don Miguel Ruiz’in yazdığı kült kitaplardan biri. Aslında 2017’de Dört Anlaşma ile ilgili yazı yazmışım; fakat güncellemem şart olduğu için kitabı tekrar okudum ve revize halini sizlerle paylaşıyorum. 🙂

Yazıya geçmeden önce tam da şu an yaşadığım bir metaforu anlatmak zorundayım. Buzdolabı bir süredir büyük bir gürültüyle çalışıyormuş. Bunu anlayabilmem için gürültünün kesilmesi gerekti. Dolabın sesleri sustuğunda rahatlama hissedip “kafam şişmiş resmen!” diye düşündüm.

Bazen zihnimizin bizi ne kadar ele geçirdiğini, yorduğunu, ne denli bir gürültü yaptığını fark edemiyoruz. Sanıyorum meditasyon, dans etmek, deli dolu bir egzersiz yapmak gibi zihni susturan eylemler bu sebeple çok kıymetli. Zihinle ilgili kalan kısma kitaptan devam edelim;

Dört Anlaşma Kitabı Genel Bilgiler

  • 120 sayfa
  • Kitabın yazarı aslında bir cerrah. Fakat annesi iyileştirici(curandera) ve dedesi şaman. Annesinden ve Meksika çölünde yaşayan büyük bir şamandan aldığı eğitimle Toltek geleneğiyle yaşayan biri.
  • Dört Anlaşma için kişisel gelişim kitabı denebilir aslında; ama arka kapağında yazdığı gibi ruhsal gelişim demek daha doğru.
  • Kitabın güzel taraflarından biri pratik önerileri içermesi. İsminde de yer aldığı gibi dört konu üzerinde duruyor.
  • Devamı niteliğinde Beşinci Anlaşma kitabı da var. Yine aynı yazarın Ustaca Sevmek kitabı da meşhur kitaplardan biri.

Toltek Yaşam Sanatı

Don Miguel Ruiz’in kitaplarında bol bol Toltek konusu geçiyor.(yukarıda ikinci madede sebebini kısaca aktardım)

Kitapta Toltek kavramı şu cümlelerle aktarılıyor;

“Toltek bir din, felsefe ya da ideoloji değildir. Toltekler bir yaşam sanatının uygulayıcısıdır. Toltekler görmeye, öğrenmeye, uygulamaya önem veriyor. Onlara göre dinlemeyi bilirsek, bize suyun, havanın, toprağın, rüzgarın, geyiğin, ağacın, taşın öğreteceği çok şey var.”

Bu noktada Dört Anlaşma kitabı Toltek kavramı ile batının yaklaşımını kıyaslıyor. Tek cümleyle özetlersek;

Biz ağaca baktığımızda onu dinler ve ondan çok şey öğreniriz. Siz ağaçtan ne kadar kereste ve kar elde edebileceğinizi hesaplarsınız.

Dört Anlaşma Kitabı Önemli Kavramlar

Zihin = Sis(Mitote)

Çoğu zaman “BEN=Zihin” gibi kodluyoruz. Zaten çok küçük yaşlarda Descartes’ın “düşünüyorum öyleyse varım” cümlesi hafızamıza kazınmıştı. Doğa, Zen, yoga, meditasyon gibi konularla ilgilenmeye başlayıp, bazı okumalar yaptıktan sonra bunun ne kadar yanlış olduğunu anlamak zor değil.

Bizler en çok da zihnin sustuğu anlarda varız aslında. Geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen düşünceler silsilesi kaybolduğunda, en mevcut halimizle hayatı gerçek anlamda yaşayabiliyoruz.  Dört Anlaşma kitabı da zihni “sis” olarak tanımlamış. Ve şu satırlara yer veriyor;

Tüm zihniniz sisin ta kendisi. Toltekler buna mitote diyor. Zihniniz binlerce kişinin aynı anda konuştuğu ve kimsenin birbirini anlamadığı bir rüya. İnsan zihninin durumu işte budur: büyük mitote. Bu büyük mitote yüzünden gerçekte kim olduğunuzu göremiyorsunuz. Hindistanda buna mitote maya diyorlar. Bu, illüzyon anlamına geliyor, kişiliğin “ben” sandığı şey.

Kendinizle ve dünyayla ilgili inandığınız her şey, zihninizdeki tüm kavramlar mitotedir. Gerçekten kim olduğumuzu göremiyoruz; özgür olmadığımızı göremiyoruz.

Zihnimizdeki Yargıç ve Kurban

Koçluk esnasında bizi geriye götüren, paçamızdan tutup aşağı çeken, bizi sabote eden kavramlar üzerine çalıştığımız oluyor. “BEN=Zihin” yanılgısından çıkınca gerçek kabul ettiğimiz düşüncelerin kakafoni olduğunu gözlemlemek daha kolay. Bazen böyle bir sabotörü fark ettiğinizde ona isim vermek, ses tonunu ve şeklini hayal etmek, arketip belirlemek  mücadeleyi kolaylaştırıyor.

Dört Anlaşma kitabı aynı zamanda zihnimizdeki iki önemli sabotörden bahsediyor. Bunlardan biri durmadan, yılmadan bizi yargılayan Yargıç, diğeri ise sürekli amalar, haksızlıklar, dramalarla gelen Kurban rolümüz.

Hiç kimse bizi kendimizden daha fazla sömüremez, hiç kimse bize kendimizin zarar verdiğinden daha fazla zarar veremez. Bize zarar veren, içimizdeki Yargıç, Kurban ve inanç sistemimizdir.

Dört Anlaşma – Altı Çizili Cümleler

Gelelim kitabın temel noktalarına. Yani 4 önemli konuya;

1)Sözcükleri Özenle Seç

Dört Anlaşma kitabında yer alan birinci anlaşma; sözcükleri özenle seçmek. Kitap aslında sözcükleri “büyü” ve “bir güç” olarak tanımlıyor. Bu konuda Hitler örneği verilmiş;

Söz insan olarak sahip olduğunuz en güçlü araçtır. Söz büyü aracıdır. Yıllar önce Almanya’da bir adam sözü kullanarak tüm ülke insanlarını manipüle etti. Sözünün gücüyle tüm ülkeyi dünya savaşına soktu. Çok sayıda insanı korkunç boyutlarda şiddet uygulamaya ikna etti.

İnsanların “kara büyücüler” olarak sözcükleri kullandığından bahsediyor. Siz nasıl hissediyorsunuz ya da dünyadaki örnekleri nasıl bilmiyorum; ama Türkiye’nin toplum yapısında bu “kara büyü” yoğun oranda söz konusu. Bazen anneniz, babanız, çok sevdiğiniz bir arkadaşınız bile farkında olmadan sözcükleriyle sizi bir karanlığın içine alabilir. Bazen de bizzat biz başkalarına yaparız bu durumu.  Dört Anlaşma ile devam edersek;

Birisi bir kıza bağırıp “bu kız çirkin” derse kız bu sözü duyar ve çirkin olduğuna inanır. Ve çirkin olduğu inancıyla büyür. Gerçekte ne kadar güzel olursa olsun, bu anlaşmayı yaptığı sürece çirkin olduğuna inanacaktır.

Kitap bilhassa kendimize karşı kullandığımız sözcüklerde özenli ve dikkatli olmamazı öneriyor. Örneğin IELTS çalışırken çok sıkıştığım bir dönem, bir arkadaşımla görüştüm. “Sadece bir ayım kaldı. Nasıl yetiştireceğim?” diye söylenip, paniğe kapılmışken; arkadaşım “daha bir ayın var” diye düzeltti. Sürede hiçbir değişiklik olmadığı halde bir anda rahatlayıp, bana daha yardımcı bir perspektife kavuşmuş oldum.

Bu konuda Alışkanlıkların Gücü Kitabı-5 Önemli Nokta yazısında bir alıntı yapmıştım;

“Günlük hayatta “kaygı, yoğun, stres, yorgunluk, mutsuzluk, aptallık, hayal kırıklığı” gibi kelimeler mi sizi donatıyor yoksa “eğlence, neşe, şükür, heyecan, merak, gurur, sevgi, aşk, mümkün” gibi kelimeler mi? “Bu raporu yetiştirmem imkansız” yerine “Sıkı ve verimli çalışırsam yetiştirebilirim. Olmasa da dünyanın sonu değil” penceresinden bakmak daha iyi gelebiliyor.”

Siz hangi penceredesiniz? Bu kısmı kitap ile noktalarsak;

Bir söz, dikkatimize zihnimize girer ve tüm inanç sistemini iyi ya da kötü değiştirebilir.

Sözlerinizi doğru kullanın sözlerinizi sevginizi paylaşmak için kullanın. Beyaz büyüyü kullanın ve bunu kullanmaya kendinizle başlayın. Kendinize ne kadar harika, ne kadar özgün ve büyük olduğunuzu söyleyin. Kendinizi ne kadar sevdiğinizi söyleyin. Sözlerinizi size acı veren küçük anlaşmalarınızı bozmak için kullanın. Bunu yapabilirsiniz. Bu mümkün.

2)Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama

Dört Anlaşma kitabındaki ikinci anlaşma hiçbir şeyi kişisel algılamamak. Bana göre denklemin en zor maddelerinden biri. Kitap aslında bildiğim bir şeyi tekrar hatırlatıyor; “Her şeyin merkezinde kendimiz olduğunu düşünürüz. Ama diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapmaz.

Sizi caddede gördüğümde, sizi tanımadığım halde “sen bir aptalsın” dersem bu sizinle ilgili değil, benimle ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz. Belki de şöyle düşünürsünüz: “O aptal olduğumu nasıl biliyor?” İçimi mi görüyor, yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?”

Yani birileri bize iyi/kötü bir şeyler söylediğinde, iğneleme yaptığında, imada bulunduğunda, övdüğünde, sövdüğünde… Oklar doğrudan bize yöneltilse bile o kişinin merkezinde yine kendisi var. Kimsenin eylemlerinden, sözlerinden sorumlu değiliz. Mesela biri kıyafetimiz, saçımız, kilomuz hakkında bir yorum yaptığında belki de günlerce bu konuyu düşünebiliriz. Ama söyleyen kişi muhtemelen bir dakika sonra unutur. 🙂

Dört Anlaşma kitabındaki şu satırları da sevdim;

Zihninizin de bedeniniz gibi bölümleri vardır. Tıpkı bir elinizle diğer elinizi tutup onu hissedebildiğiniz gibi zihin de kendi kendisiyle konuşabilir. Zihnin bir kısmı konuşur, diğer kısmı dinler. Ama zihninizin binlerce parçası aynı anda konuşmaya başladığında büyük problem yaşanır.

Siz kendinize güven duymayı öğrendiğinizde başkalarının size söylediği şeylere inanıp inanmamayı seçme özgürlüğünü de kazanırsınız.

Bu konu sanırım özgüvenöz sevgiöz şefkat gibi konuları özümseyerek üstesinden gelebileceğimiz bir durum.

Varsayımda Bulunma

Bu madde tam olarak aşamasam da bende çok bilinç uyandıran, günlük hayatta aklıma gelen konulardan biri. Diyelim ki işe gittiniz; yöneticinizin, patronunuzun suratı oldukça asık. Size de olumsuz davranıyor. Belki hemen kendi kendinize kurmaya başlayabilirsiniz; “xxx işi eksik yaptım. Ya da dün toplantıda söylediğim lafa mı bozuldu?” vs. vs.

Varsayımlarınız belki doğru; ama belki de sadece kötü bir sabaha uyanmıştır? Belki ailevi bir konusu vardır? Belki ruh hastasıdır tersinden kalkmıştır?

Ablamla uzun yıllar aynı evi paylaştık. İkimiz de tempolu bir iş hayatındaydık ve stresli günlerimiz olabiliyordu. Hep “işte canını sıkan bir şeyler varsa, kötü bir dönemdeysen benimle paylaş” derdim. Çok yakınımız bile olsa kimsenin içini okuyamayız. Onun belki de iş yüzünden astığı suratı ben üzerime alınırsam ve benim de canımın sıkkın olduğu bir ana denk gelirsek büyük bir patlama kaçınılmaz olur. Hayatı olduğundan daha çetrefilli bir hale sokmaya gerek yok. Dört Anlaşma kitabı şu satırlara yer veriyor;

Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz. Sonra da varsayımlarımızın doğru olduğuna inanıyoruz.

Her türlü ilişkide başkalarının bizim nasıl düşündüğümüzü bilmeleri gerektiğini, bu yüzden bizim istediğimiz şeyleri tahmin edebileceklerini varsayarız. Ama isteklerimiz otomatikman yapılmadığında, beklentilerimiz gerçekleşmediğinde, kırılır, incinir, üzülür “Bunu bana nasıl yapabildin?” diye düşünürüz.

Soru sormak daima varsayımda bulunmaktan iyidir. Çünkü varsayımlar yaşamınıza acıları davet eder.

Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Aslında kitaptaki ilk üç anlaşma daha felsefi ve sosyal ilişkilerle bağlantılı ilerlerken, dördüncü anlaşma bir anda kendimize ve aksiyona yöneliyor.

Peki sürekli en iyini yapabilmek mümkün mü? Bunun için bir iç motivasyon gerekmeyecek mi? Ne istediğimizi biliyor muyuz mesela? Aklıma Üstün Dökmen’in bir cümlesi geliyor; “Ne istediğini bilen insana dünya çekili yol verir.”

Gerçek bir hedefim olduğunda, elimden gelenin hemen hemen en iyisini yapıyorum. Bir Hıdrellez günü bir büyüğümüzün söylediği cümle yıllardır kulağımda “Sen hayatın peşinden koşturma. Hayat seni kovalasın.”

Ne istediğimizi bilmediğimiz anlarda konu sürüklenmeye dönüyor ve bence insan “elinden gelenin en iyisini yapma”ya dair iç motivasyonunu kaybedebiliyor.

Kitabın “en iyi” kavramına yaklaşımını ise sevdim;

Her şey her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kalitede olacaktır, bazense o kadar iyi olmayacaktır.

Sabah taze ve enerjik olarak yaptığınız “en iyi”, akşamın yorgunluğunda yaptığınız “en iyi” den daha iyi olacaktır. “En iyiniz” sağlıklı ya da hasta olmanıza göre değişecektir. Ayık ya da sarhoş olmanıza göre değişecektir. Harika ve mutlu ya da üzgün, kızgın ya da kıskanç olmanıza göre “en iyiniz” değişecektir.

Günlük yaşamınızda duygularınızın andan ana, saatten saate günden güne değişiklik göstermesi gibi, “en iyiniz” de zaman içinde değişime uğrayacaktır.

***

Kitap ile ilgili aktaracaklarımı burada noktalıyorum. Aşağıdaki yazılar da ilginizi çekebilir;

Soru ve görüşleriniz için; İletişim sayfasından ya da yorum kısmından bana ulaşabilirsiniz.

15 Replies to “Dört Anlaşma – Toltek Yaşam Sanatı”

Biraz da siz kar(g)alayın!

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.