2019’da bitirdiğim kitaplardan birisi de OSHO‘nun “Korku” kitabı. Daha önce hiç OSHO okumamıştım. Basit bir dili var ve hayata dair konuları içerdiği için akıcı şekilde okunuyor.
OSHO’nun yaşadığı hayat tarzı ve yaptıkları tartışılan bir konu. Eleştirenlerin haklılık payı var. Ama OSHO‘dan bağımsız olarak kitabı ele aldığımda 170 sayfaya güzel ve farkındalık yaratabilecek şeyler sığdırdığını düşünüyorum.
Korku kitabının, bende coşku hissettiren ilham veren kısımlarını bloga aktaracağım; ama siz gene de tamamını okuyun tabii ki. 🙂
Hayata Dair Tavsiyeler
♦Önemli bir Zen ustası şöyle demiş; Otururken otur, yürürken yürü, her şey bir yana sendeleme. Zaman sorundur, çünkü doğru yaşamıyorsun; zaman semboliktir, semptomatiktir. Doğru yaşarsan, zaman sorunu ortadan kalkar, zaman korkusu kaybolur.
♦Öyleyse ne yapmalı? Her an, her ne yapıyorsan, onu tam yap. Basit şeyler -duş mu alıyorsun; dünyayı unut, öyle duş al; oturuyor musun, otur; yürüyor musun, yürü, sendeleme; duş alırken üzerinden akan o güzel su damlalarıyla bütünleş. Küçük şeyler; evi temizlemek, yemek hazırlamak, kıyafetleri yıkamak, sabah yürüyüşüne çıkmak- bunları tam yap. O zaman meditasyona ihtiyacın kalmaz.
♦Şimdiyi nasıl yaşayacağını bilmiyorsun. Kimse sana şimdiyi anlatmıyor. Din adamları, politikacılar, ailen, herkes sana yarınları anlatıyor.
♦İnsanlar hariç ne ağaçların alışkanlıkları vardır, ne balıkların, ne de kuşların. Tüm doğa gayretsizdir. Sadece gerektiği zaman işlev gösterir, gerekmediğinde çalışmayı bırakır ve sessiz kalır. Doğayı anla, gözlemle.
♦Herkes seni tanıyor, kim olduğunu biliyor olabilir, ama sen kendin, kendi üstünlüğüne, gerçek doğana, sahici benliğine yabancısın. Bu, yaşamdaki tek hüzündür. Pek çok bahane bulabilirsin, ama gerçek hüzün şudur; sen kim olduğunu bilmiyorsun.
♦Eğer düşmanından korkar ve kapını kilitlersen, dostunun da girmesini engellersin. Düşmanından öyle korkarsın ki kapıyı dostuna da kapatırsın.
♦Nietzsche’nin duvarında bir söz vardı; “Tehlikeli yaşa.” Biri ona sordu, “Neden bunu yazdın?” Şöyle yanıtladı, “Sırf bana hatırlatsın diye, çünkü korkum büyük.”
♦Kendini akışa bırak. Doğal bir şekilde ak ve senin yolun o olsun. Yürü ve yürüyerek yolunu kendin belirle. Büyük anayolları izleme. Onlar ölü ve sen onları izleyerek hiçbir şey bulamayacaksın. Her şey çoktan yer değiştirdi. Bir anayolu izlersen, doğadan uzaklaşırsın. Doğa yol bilmez, sabit bir kalıbı yoktur. Binlerce kalıbı vardır ve hepsi rastgeledir. Git ve izle. Kumsalda otur ve denizi seyret. Milyonlarca dalga yükseliyor ve her dalga eşsiz ve farklı. İki benzer dalga bulamazsın. Hiçbir kalıbı izlemezler.
♦Mevlana şiirinde bir dize şöyle der, “İçinde ilerle, ama korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme.
♦Yaşayan, gerçekten yaşayan çok az insan var. İnsan tüm deneyimlere açık olacak, koşulsuz bir şekilde açık olacak kadar cesur olmalıdır.
♦Güven önce kendine güvendiğin takdirde mümkündür. En temel şeyin, önce senin içinde olması gerekir. Eğer kendine güvenirsen insanlara güvenebilirsin, var oluşa güvenebilirsin. Eğer kendine güvenmezsen, başka bir şeye güvenmen mümkün değildir.
♦Kendinden korkuyorsan, ancak o zaman başka insanlardan da korkarsın. Kendini seviyorsan, başkalarını da seversin. Kendinden nefret ediyorsan, başkalarından da nefret edersin. Başkalarıyla olan bir ilişkide, sadece sen varsın. Karşı taraf sadece bir aynadır. O yüzden ilişkide ne olursa olsun, her zaman bunun daha önceden senin içinde olduğunu anla. Çünkü ilişki, sadece senin içinde olanı açığa çıkarabilir.
♦Kendini seversen, başkalarını da seversin. Kendinden korkarsan başkalarından da korkarsın. Başkalarıyla iletişim kurarak, kendi benliğini ortaya koymaya başlarsın.
♦Eğer kendini sevmezsen -ve sana en yakın olan sensin- o zaman bir başkasını nasıl sevebilirsin? Kimse kendini sevmez, yine de başkalarını sevmeye çalışır. O zaman sevgin, gizli bir düşmanlık maskesinden başka bir şey değildir.
♦Sevginin senin içinde olması gerekir. Kendini sevmen gerekir; bu temel bir zorunluluktur, tüm dünyada eksik olan bir zorunluluk. Bu yüzden dünya büyük bir ıstırap içinde. Herkes sevmeye çalışıyor, ama sevmek imkansız, çünkü temeli yok, temeli eksik. Kendini sev ve aniden kendinin her yerde yansıdığını göreceksin.
♦Derin bir kabullenme gerekir. Neysen ve kimsen derin bir kabullenme gerekir -sadece kabullenmek yetmez, olduğun kişiyle mutlu olman gerekir. Hiçbir “yükümlülük” olmamalı. Tüm “gereklilikleri” bırak ve tüm dünya değişsin. Şu anda, sürekli düşünüyorsun, “Bunu olmalıyım, şunu olmalıyım; ancak o zaman sevebilir ve sevilebilirim.”
♦Kendini olduğun gibi kabul et, çünkü olabileceğin tek yol bu. Tüm dünyanın, senden olmanı istediği kişi bu. Olması gereken bu. Rahatla, kabul et ve mutlu ol ve dönüşüm başlasın. Çabayla değil; kendini, hiçbir koşul, bilinç ya da bilinçaltı, bilinen ya da bilinmeyene bağlı kalmayacak kadar derin bir sevgi mutlulukla kabul ederek olur. Koşulsuz kabullenme ile aniden insanlardan korkmadığını görürsün. İnsanlarla mutlu olursun.
♦Bir insanı her sevdiğinde, o kişinin tanrısallığı artar. Çünkü biri seni sevdiğinde, çirkinliğini nasıl görebilirsin? Basit yüzün ortaya çıkar. Zamanla, çinkin yüzün kaybolur. Sevgi simyasaldır. Kendini seversen, çinkin yanın kaybolur, anlaşılır, dönüştürülür. Bu formdan enerji salgılanır.
♦Her şey enerji taşır. Öfkende yüklü bir enerji var, korkunda da öyle. İçinde kötürüm kalan, nefessiz kalan bir enerji. Korku kaybolursa form dağılır, enerji serbest kalır. Öfke kaybolur -daha çok enerji serbest kalır. Kıskançlık kaybolur- daha çok enerji. Kendini sev, bu senin temel yükümlülüğün olmalı. Kendini sev. Diğer her şey kendiliğinden olacaktır, ama temeli budur.
♦Ev karanlık ve ben ışıktan bahsederim. Sen, “Işıktan bahsetmeye devam ediyorsun. Karanlıktan bahsetmelisin, çünkü sorunumuz karanlık, ışık değil” dersin. Ama ne söylediğinin farkında mısın? Eğer sorunun karanlıksa karanlıktan söz etmenin yardımı olmaz. Onu dışarı atamazsın, kovamazsın, kapatamazsın. Karanlık yokluktur. Direkt olarak onunla ilgili bir şey yapılamaz. Eğer bir şey yapmak zorundaysan, ışıkla bir şey yapmalısın, karanlıkla değil.
♦Korku hissediliyorsa sorun sevgidir. Daha sevgi dolu ol. Karşındaki insana karşı birkaç adım at… Çünkü herkes korkuyor sadece sen değil. Sen birinin sana gelip seni sevmesini bekliyorsun. “sonsuza dek bekleyemezsin çünkü karşı taraf da korkuyor.” Ve korkan insanlar, bir şeyden çok korkarlar ve bu da reddedilmektir. Bu yüzden kadınlar genelde ilk adımı atmazlar. Onlar daha çok korkar. Onlar reddedilme ya da kabul edilme olasılığını kendilerine saklarlar. Erkeklere bu şansı vermezler. O yüzden pek çok kadın ömür boyu bekler! Kapılarına kimse gelmez, çünkü korkan bir insan bir anlamda, öyle çok kapanır ki insanları kendine yaklaştırmaz. Korkan insan etrafa öyle titreşimler yayar ki yaklaşan herkes vazgeçer. Hareketlerinde bile korkuyu hissedebilirsin.
♦Eğer sorunun korkuysa, o zaman kişiliğini düşün, dikkat et; Sevgiye tüm kapılarını kapamış olmalısın, hepsi bu. Kapılarını aç. Elbette reddedilme ihtimalin var, ama neden korkuyorsun? Karşı taraf sadece hayır diyebilir, ama sırf yüzde elli hayır olasılığı yüzünden, yüzde yüz sevgisizliği mi seçiyorsun? İhtimal var, ama neden endişlenesin? Bir sürü insan var. Biri hayır derse, üzülme, bunu yara gibi algılama. Siz farklı insanlarsınız o kişi aslında sana hayır demedi; bu kişisel bir şey değil. Uyuşmadınız, öyleyse yoluna devam et. Ve onun hayır demiş olması iyi bir şey, çünkü eğer uyuşmadığınız halde evet demiş olsaydı, o zaman başın gerçekten belada olacaktı. Farkında değilsin; o kişi seni büyük bir beladan kurtardı, ona teşekkür et ve yoluna devam et. Çünkü herkes herkesle uyum sağlayamaz.
♦Hata yapmaktan korkma, çünkü hata yapmaktan korkarsan hiç ilerleyemezsin ve yaşamı kaçırırsın. Hata yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir. Tek başına korkmuş bir halde hiçir adım atmamaktansa reddedilmek daha iyidir. Çünkü reddedilmek kabul edilme olasılığını ortaya koyar. Kabulün diğer yüzüdür. İnsan ilerlemeye devam etmelidir.
♦Ne zaman yeni bir şeyle karşılaşsan, aklın sana, “Bekle! Bu çok garip bunu daha önce yapmadın” der. Akıl “Daha önce yapmadığın hiçbir şeyi yapma; çok riskli. Sonucun ne olacağını kim bilebilir?” der. Akıl her zaman gelenekseldir, çünkü programlarla yaşar. Sadece, hep yapmakta olduğun şeyleri yapmanı ister, çünkü onları yaparken verimlisindir, zekice. Daha güvenlidir, sen nasıl yapılacağını bilirsin. Şimdi garip bir duruma geçtiğinde, ne olacağını kim bilebilir? Doğru mu, yanlış mı, kim bilebilir? O yüzden dikkat et! Akıl sana, “Eski programı takip et -bugüne kadar yaşadığın gibi yaşa. Aynı rutini izle, böylece hata olasılığı daha az olacaktır.” der.
♦Akıl hatalardan kaçınmak ister ve yaşam hataları atlamak istemez. Hataların üzerinde gitmek ister ki çok daha fazla şey öğrenebilsin. Çünkü ancak deneyerek ve hata yaparak öğrenebiliriz. Hata yapmayı bırakırsak öğrenmeyi de bırakırız. Ve benim deneyimlerime göre, öğrenmeyi bırakan insanlar, nevrotik olurlar; nevroz, bir tip öğrenmemedir. Kişi daha fazlasını öğrenmekten korkar, bu yüzden aynı rutinleri izlemeyi sürdürür. Kişi bıkar, sıkılır; ama aynı rutinde devam eder, çünkü ona alışmıştır; o bilindiktir, bilinendir.
♦Eğer aniden bir görüşmeye katılacaksan, içine kapanırsın ya da aniden bir podyumda bir konuşma yapman istense sıkılırsın. Sadece sana odaklanan bir sürü insanla yüzleşmek, içinde büyük sarsıntılar yaratır. Bir gün topluluk önünde konuşmak için bir sahneye çıkman gerektiğinde aklın durur. Ter dökersin. Ego ön plandadır, belirli bir imaj yaratmak istersin ve şimdi o imajı yaratıp yaratamayacağından emin değilsindir. Bir sürü insanla yüzleştiğinde bir şeyler ters gittiği takdirde açığa çıkacağından, o kadar zeki olmadığının, göstermeye çalıştığın insan olmadığının, sana röntgen cihazından bakan gözlerin karşısında çırılçıplak kaldığının anlaşılacağından korkarsın. Egon için, egonu nasıl koruyacağından endişelenirsin. Bu bir tür rahatsızlıktır.
♦Seni korkutan her ne ise, sadece üzerine git. Tüm güvenlik ölçülerini, emniyeti bir kenara bırak; kumar oyna. Yaşamın tümü, kumarbaza aittir ve akıl, bir iş adamıdır; hesaplar, kar ve zararı çıkarır, asla risk almaz. Ama risk gereklidir. Yaşam riske girenlere, tehlikeli, neredeyse ölümün kenarında yaşayanlara gelir.
♦Yumuşak ve narin olabilirsin. Kırılgan ol, kork ama asla bunun seni engellemesine izin verme ve onu bastırma. Sınırlamaları kabul et ama yine de onlarında ötesinde çalışmaya devam et. İnsan bu şekilde büyür.
♦Korku çözülebilir; ama ondan kurtulmak için acele etme, yoksa bastırırsın. Sabırlı ol, izle, anlamaya çalış. Senin bir parçan olduğunu kabul et. Sana yapışan çirkin bir şey olduğunu düşünme, bu onu reddetmektir, reddetmenin faydası olmaz. O sadece senin bir parçan. Sevgi nasıl bir parçansa, korku da öyle. Öfkenin bir parçan olması gibi o da senin bir parçan. Hiçbir duyguyu reddetme, çünkü tüm o duygular seni oluşturur ve hepsi gereklidir.
♦Korkunun da yeri var, gereklidir, o olmazsa bir şey kaybedersin; ama fobiye dönüşmemeli. İnsan, dengede tutmayı bilmeli. Bazı insanlar var, öyle çok korkuyorlar ki korku tüm benliklerine yayılıyor; bu patolojiktir. Ve bazı insanlar var, öyle çok korkuyorlar ki onu bastırıyor, ona hükmediyorlar. Onu hepten reddediyorlar ve neredeyse taşa dönüşüyorlar. Bu da patolojiktir.
♦Önce, korkudan vazgeçme fikrinden vazgeç. Sonra onu kabul et, o senin bir parçan. Ve son olarak onu izle, gözlemle; onun ne olduğunu ve neden orada olduğunu anlamaya çalış. Eğer bu üçünü yaparsan, onu dengede oturtmayı başaracaksın. Korkun kaybolmayacak, ama gereğinden fazla da olmayacak. Tam da senin ihtiyacın olduğu kadar olacak.
♦Bir sorunun varsa, bir başkasını yaratma. İlk soruna bağlı kal, onunla savaşıp bir başka sorun yaratma. İlk sorunu çözmek, ikinci bir sorunla uğraşmaktan daha kolaydır ve ilk sorun kaynağa daha yatkındır. İkincisi seni kaynaktan uzaklaştıracaktır ve ne kadar uzaklaşırsan, onu çözmek o kadar imkansız olacak.
♦Neşe, tüm korkuların panzehiridir. Yaşamın keyfini çıkarmazsan, korku başlar. Yaşamın keyfini çıkarırsan korku kaybolur. O yüzden sadece pozitif ol ve daha çok eğlen, daha çok gül, daha çok dans et, şarkı söyle. Daha mutlu kal, küçük şeylerin tadını çıkar, çok küçük şeylerin. Yaşam küçük şeylerden ibarettir, ama eğer küçük şeylere mutluluk katabilirsen, toplamı muazzamdır.
♦Dünyada her zaman harika şeyler olmasını bekleyerek bir sürü şey kaçıran tonla insan var. Olmaz. Sadece küçük şeyler olur. Yemek yiyerek, kahvaltı ederek, yürüyüşe çıkarak, duş yaparak, bir arkadaşınla konuşarak, sadece yalnız başına oturup gökyüzüne bakarak ya da yatakta uzanıp hiçbir şey yapmayarak. Bu küçük şeyler, yaşamı oluşturur. Bunlar, yaşamın içindedir. O yüzden her şeyi neşeyle yap ve her şey bir duaya dönüşsün.
♦Coşkuyla yap. Coşku kelimesi çok güzeldir. Temelinde “tanrı vergisi” demektir. Bir şeyi derin bir coşkuyla yaptığında tanrısallık içindedir. O yüzden yaşamına daha çok coşku kat, korku ve diğer her şey kendiliğinden kaybolacaktır.
♦On beş gün boyunca, her sabah büyük bir coşkuyla o günü büyük bir mutlulukla yaşayacağına karar vererek uyan. Ve sonra büyük bir mutlulukla yaşamaya başla. Kahvaltını et; ama tanrının kendisini yiyormuş gibi ye; o zaman bir ayine dönüşür. Banyo yap, ama kutsal bir iş yapıyormuş gibi hisset. Festivale dönüştür.
♦Her sabah büyük bir karar, bir kesinlik, bir netlik, kendine, bugünün harika bir gün olacağına ve onu doyasıya yaşayacağına dair verdiğin bir sözle uyan. Ve her gece yatağa uzandığında, buün ne kadar harika şeylerin olduğunu hatırla. Sadece hatırlamak, onların yarın tekrar gelmesine yardımcı olur. Sadece hatırla ve bugün olan güzellikleri hatırlayarak uykuya dal. Rüyaların çok daha güzel olacak. Onlar senin heyecanını, bütünlüğünü taşıyacaklar ve sen rüyalarda, yeni bir enerjiyle yaşamaya başlayacaksın.
Ölüm Korkusu
♦Eğer yaşamını doyasıya sürdürürsen korkmazsın. Yaşamın sunabileceği doruklara ulaşmış, keyfini sürmüşsen, içinde bir şiiri, bir şarkıyı, bir festivali, bir seremoniyi hissetmişsen ve her anını doyasıya yaşamışsan, zamandan korkmazsın ve tüm korkular kaybolur. Ölüm bugün bile gelse hazırsındır. Yaşamı bilirsin -hatta ölüme kucak açarsın, çünkü karşına yeni bir fırsat gelir, yeni bir kapı, yeni bir gizem çözülür; Ben hayatımı yaşadım, şimdi ölüm kapımı çalıyor; kapıyı açmak için koşacağım- “içeri gel!” Çünkü yaşamı tanıdığım gibi seni de tanımak isterim.
♦Yaşlılığı düşünürsen korkarsın; ama yaşlı insanlar titremiyor. Hastalığı düşünürsen korkarsın. Hastalık olduğunda, insan onu bir gerçek olarak kabul eder. Asıl sorun her zaman psikolojiktir. Fiziksel acı, yaşamın bir parçasıdır. Onu düşünmeye başladığında, bu fiziksel acı olmaktan çıkar, tamamen psikolojik olur. Ölümü düşünür ve korkarsın. Ama ölüm olduğunda korku yoktur. Korku her zaman gelecekteki bir şeyle ilgilidir. Korku şimdiki zamanda olmaz.
♦Bacakların kırılabilir, boynun kırılabilir, kör olabilirsin, her şey mümkün. Milyonlarca olasılık var ve eğer sen mümkün olan tüm bu sorunları kafaya takarsan… Onların mümkün olmadığını söylemiyorum, hepsi mümkün. Kanser olabilir, tüberküloz olabilir, ölüm olabilir, her şey mümkün. İnsan savunmasızdır. Dışarı, yola çıkabilirsin ve bir araba çarpabilir. Sana dışarı çıkmamanı söylemiyorum. Odanda oturabilirsin ve çatı tepene düşebilir! Kendini kusursuz şekilde koruman mümkün değil. Yatağında uzanabilirsin… Ama insanların yüzde 97’sinin yatakta öldüğünü biliyor muydun? Orası en tehlikeli yer! Mümkün olduğunca uzak dur; asla yatağa yatma, çünkü insanların yüzde 97’si orada ölüyor. Uçakla seyahat etmek bile o kadar tehlikeli deği; yatakta olmak daha tehlikeli.
♦Konfüçyus’un en önemli öğrencisi, Mencius ona sormuş, “Ölümden sonra ne olur?” Konfüçyus yanıtlamış, “Zamanını boşa harcama. Mezarına girdiğinde, uzanır ve düşünürsün, şimdi niye zahmet edersin?”
♦Öldüğün zaman ne olacağı korkusu gereksizdir. Ne olacaksa olacak -ve zaten o konuda önceden yapabileceğin bir şey yok. Bilmiyorsun, o yüzden bir ödev yapman, çıkacak sorulara önceden çalışman ya da ne tür insanlarla tanışacağın, onların adetlerini, dilini öğrenmen falan gerekmiyor… Hiçbir şey bilmiyoruz, endişelenmeye gerek yok. Zamanını boşa harcama.
Acı ve Mutluluk
♦Acı orada, çünkü mutluluk orada. Mutluluk, acı olmadan var olamaz. Eğer tamamen acısız bir yaşam istiyorsan, mutluluğun hiç olmadığı bir yaşam sürmek zorunda kalacaksın; ikisi birlikte paket halinde gelir. İnsan bir şekilde dünyanın tüm mutluluklarına sahip olmak ve hiç acı yaşamamak ister. Ama bu mümkün değil. Ne kadar çok mutluluğun olursa, o kadar çok acın olur. Zirve ne kadar yüksekse, yamacındaki vadi o kadar derindir. Vadi istemiyor; ama zirve mi istiyorsun? O zaman zirve de olmaz; zirveler, sadece vadilerin olduğu yerlerde olur. Vadi bir zirveyi mümkün kılan koşuldur.
♦ Benim önerim acı çektiğinde, onun derinliğine inmen, ondan kaçmamandır. Bırak öyle olsun, ona açık ol; olabildiğince hassas ol. Bırak, acı ve onun oku, seni delip özüne kadar ulaşsın. Acıyı çek. Ve mutluluk geldiğinde, onun da özüne nüfuz etmesine izin ver. Onunla dans et.
♦Acı olduğunda acıyı yaşa, mutluluk olduğunda, mutlu ol. Öyle hassas ol ki acının ve mutluluğun her anı harika bir macera olsun. Bunu yapabilirsen acının da güzel olduğunu anlayacaksın. En azından mutluluk kadar güzeldir. Benliğine keskinlik kazandırır, farkındalık getirir, hatta bazen mutluluktan bile fazla. Mutluluk donuklaştırır, bu yüzden zevk içinde yaşayan insanlar daha sığdır. Onlarda derinlik göremezsin. Acıyı hiç tatmamışlardır; sadece yüzeyde bir mutluluktan diğerine geçerek yaşarlar.
♦Acı seni uyanık bir insana dönüştürür. Başkalarının acılarına karşı da merhametli, duyarlı olursun. Acı seni büyütür. Kocaman yapar. Yürek, acıyla büyür. Güzeldir, kendi güzelliği vardır. Ve acının peşinde ol demiyorum; ama acı var olduğunda onun da keyfini çıkar. Geri çevirme, kabul et, kucak aç, onunla ol. Başta zor, güç olacak. Ama zamanla onun tadını öğreneceksin.
♦Yeni bir şeye başladığında tadını öğrenmek zorundasın. Ve elbette acının tadı da acı olacak, ama bir kez öğrendin mi, sana zeka ve parlaklık kazandırır. Üzerindeki tüm tozu, uyuşukluğu sersemliği alır. Seni, başka hiçbir şeyin yapamayacağı şekilde uyandırır. Acıda, mutlulukta olduğundan daha derin düşüncede olacaksın. Mutluluk, şaşkın eder. Seni içine çeker bilinçten uzaklaşırsın. Mutluluk bir tür kayıtsızlık, unutkanlıktır. Acı, hatırlamaktır. Acıyı unutamazsın. Acı çok yaratıcı bir enerjiye dönüşebilir, meditasyon olabilir, farkındalık olabilir.
♦Acı varken bunu farkındalık, meditasyon, ruhun kesinleştirilmesi olarak kullan.
♦Her ikisi de yuvana ulaşmanın yollarıdır. Biri kendini tamamen hatırlaman, diğeri kendini tamamen unutman içindir. Acı ve mutluluk kullanılabilir, ama onları kullanmak için, çok, çok zeki olman gerekir. Sana öğrettiğim, aptal insanın yolu değildir; benim öğrettiğim zeki insan içindir. Bilgelik yoludur. Var oluş sana ne verirse versin, onu kendin için yaratıcı bir büyümeye dönüştürecek şekilde kullanmanın bir yolunu bul.
Aşağıdaki yazılar da ilginizi çekebilir;
Hizmetler: Koçluk Almak İster Misiniz?
Soru ve görüşleriniz için; İletişim sayfasından ya da yorum kısmından bana ulaşabilirsiniz.