Londra’da 1 Yıl : Evde Bir Bayram Havası

Londra’da İlk Hafta ve Londra’da 6 Ay yazılarını yazdıktan sonra 8 Ekim itibariyle Londra’ya geleli tam bir yıl oldu. Dört mevsimini de gördüm hatta aşağıda yazdığım gibi 12 mevsimini de gördüm. Ev değiştirdim, ki bu büyük bir challenge’dır. 🙂  Kısa bir süre sonra master’ı da bitireceğim ve buradaki hayatımın ikinci bölümü başlayacak. Bir bilinmezlik ve merak içindeyim. Umarım kaygı, stresi bırakıp “tadını çıkarma”yı atlamam. Tüm bu gelişmelerle Londra’da 1 yıl yazısını yayınlayıp seriyi uzun bir süreliğine noktalayacağım.

Londra’da 1 Yıl

Başka Bir Ülkede Yaşamak Neden Zor?

Türkiye gündemi çok inişli-çıkışlı olsa da kendi minik dünyamda inanılmaz stabil bir hayatı bıraktım. 10 yıldan uzun süredir aşık olduğum Koşuyolu’nda yaşıyordum. Ki her seferinde dile getiriyorum, İstanbul’a da ayrı aşığım. 10 yıldan uzun süredir aynı işyerinde çalışıyordum. Ki orası benim ilk işyerimdi. Kurumsal, global bir şirketti.

Fanusumun içindeki arkadaşlarımın çoğu 15-20 yıllık kişilerdi, yüzümün ifadesinden keyfimin yerinde olup olmadığını anlayabilecek, esprilerime aşina, cinsliklerime uyumlu insanlardı. Ablamla mükemmel bir ev arkadaşlığımız vardı. Ailemle bir hapşuruk mesafesindeydik. Evimi, odamı ise ayrı seviyordum.

Hemen hemen her şeyi benim için kolaylaştıran insanlar vardı. Ev nasıl taşınır, elektrik su aboneliği nasıl yapılır, her şeye tek başına nasıl koşturulur hiçbir fikrim yoktu. Çünkü hiçbir zaman yapmak zorunda kalmamıştım.

Her şeyi bırakmak, sıfırdan sosyal çevre kurmak, Londra gibi dünyanın en pahalı şehirlerinden birine tutunmaya çalışmak, tam olarak sıfırdan başlamak ve bunu 30ların ortalarından sonra yapmak hiç kolay değil. 3+1 evlerden sonra minicik bir odaya “ev” demeye çalışmak hiç kolay değil.

Bazen sırf üzülmesinler diye ailenden dertlerini saklamak, bazen sen üzülme diye onların sakladığını bilmek, nelerle boğuştuklarını sonradan öğrenmek hepsi ve daha fazlası zor. Bazen çok zor. “Ne yapıyorum ve neden yapıyorum?” dedirtecek kadar zor.

Ki şu an aklıma gelen ya da gelmeyen onlarca madde var. Ama uzatmayacağım.

Neden Güzel?

Birincisi beni inanılmaz yıldıran, her gün “NEREYE KADAR?” sorusuyla uyanmama sebep olan düzenin içinden çıktığım için çok mutluyum. “Başka bir seçenek var ve buna cesaret ediyorum” diyebildiğim için, bu kez iç sesime kulak verebildiğim için “her zerresine değer” diye düşünüyorum.

Sosyal medyadan estetik gibi gözüken; ama içeriden güzellikleriyle birlikte pek çok sersefillik, kaygı, stres barındıran şeylerin üstesinden gelebildiğim için kendimle gurur duyuyorum. Bazen de üstesinden gelemeyip yere yapıştığım, akışa bıraktığım için de gurur duyuyorum. Ki kendimle pek sık gurur duymam.

“Neden güzel?” sorusunda Londra’dan bahsetmemek olmayacak tabii ki. Yıllardır hayalimde olan bir şehir, hayallerimin çok ötesinde çıktı. Londra’yı sevmeyip burada yaşayan arkadaşım var, Londra’daki hayatını sevmeyip buradan dönen arkadaşlarım da oldu. Ama ben buraya mastera geldim. Ve o çalışma döngüsünden çıkmak başlı başına bir hediyeydi. Hayatım resetlenmiş ve kendime gelmişim gibi hissediyorum.

Son yıllarımın en stresli, kaygılı senelerinden birini geçirdim aslında. Londra gasp oranları yüksek, çok kalabalık, çok pahalı ve rekabet ortamı yüksek bir şehir. Gelecek kaygılarımla da birleşti. Tansiyonu yüksek ve kolay bir şehir değil. “Ama” kısmına bir alt başlıkta değineyim.

Neden İyi Ki Londra?

  • Londra, Avrupa’nın en yeşil şehriymiş. İstediğim her an koru, park, orman gibi alanların içinde kaybolup oksijeni, kuş seslerini doya doya içime çekebiliyorum. “İş makinaları girer mi?”, “çer çöple doğaya zarar verilir mi?” gibi düşüncelerim, kaygılarım olmuyor.
  • Şu son bir senede 5 kez Türkiye’ye gittim. Ha deyince uçak olmasına ve ailemin ulaşılabilir olmasına şükrediyorum.
  • Mimarisine aşığım. Sadece yaşadığım semtte dışarı çıksam bin tane içerik üretebilirim. Şimdiye kadar gittiğim çoğu semt estetik harikası.
  • Dünya mutfaklarından onlarca lezzete kolayca ulaşabilmeye bayılıyorum. Arjantin mutfağını da, Tayvan mutfağını da, İspanya mutfağını da, Hint mutfağını da en güzel halleriyle yiyebilmek müthiş.
  • Çok kalabalık bir şehir; ama sakin noktalara ulaşmak da bir o kadar mümkün. İstediğin her şeyi servis edebilmesini seviyorum.
  • Sadece Londra listemde 20’den fazla ikonik kitapçı var. Onlarca ücretsiz müzesinin olması, birbirinden estetik kütüphaneleri, sokak şovları, müzikalleri, hiç bitmeyen festivalleri, coşkusu, kutlamaları, başka ülkelere kolayca ucuz bilet bulunabilmesi…(arkadaş kendi iç ulaşımı çok pahalı :))
  • Önemli maddelerden biri resmi dilin İngilizce olması adeta bir nimet gibi geliyor. Evet onlarca aksan var, evet Britishleri hala anlamıyorum. Ama neticede İngilizce hem çok güzel hem de çoğu dile kıyasla oldukça basit bir dil. Bir şekilde banka işlerinden emlak işlerine, masterdan günlük konuşma diline her şeyi halledebiliyorum. Zorlanıyorum; ama öyle veya böyle anlaşabileceğimizi biliyorum. Yine de Türkiye’deki yaşama dair en çok özlediğim şey anadilimi konuşmak.
  • Sokağa çıktığında her türlü tipe rastlayabilmek, aynı anda hem en ünlü caddesini Ramazan Bayramı süsleriyle süslemesi, hem çıplak bisiklet sürme gününün olması, hem belediye binasının LGBT bayraklarıyla süslenip yürüyüşçüler için yolların kapatılması… Her şeyi kucaklaması, sahiplenmesi, kapsaması. Daha önce kafamda kodlanan “normal” kavramına burada format atıldı. “Normal” diye bir şey olmadığını yaşayarak öğrenmek müthiş bir deneyim. Hala kendi normalimin dışında insanlar görünce şaşırıyorum. Hala o “kabul” sürecini özümsemeye çalışıyorum.
  • Yaşamın hiç durmaması. “Ölü gün” diye bir gün olmaması. İstendiğinde dibine kadar eğlencenin de, dibine kadar huzurun da bulunabilmesi.
  • İngiltere’deki pek çok müthiş şehir, köy, kasabaya yakın mesafede bulunması.
  • Çılgın ulaşım ağı.
Londra’da 1 Yıl
Londra’da 1 Yıl

En Sevdiğim Mevsim

Geçtiğimiz günlerde Londra’da 12 mevsim olduğunu okumuştum.

Kış, aptalların baharı, ikinci kış, yalancı bahar, üçüncü kış, polen dönemi, gerçek bahar, yaz, cehennem, yalancı sonbahar, ikinci yaz, gerçek sonbahar.

Benim Londra’da ilk yılımda en sevdiğim dönem şüphesiz Noel ışıklarının yanmaya başladığı o çılgın kış dönemiydi. İş hayatım boyunca ay sonu ve yıl sonlarım dolu olduğu için, hep Avrupa’da Christmas atmosferini merak ederdim. Londra her konuda olduğu gibi bu konuda da şov bir şehir. Her yer sanat eseri gibi süslendiği için kış buz gibi ama ışıl ışıl.

İlkbahar ve sonbaharın da hakkını yiyemem. Yaz ve cehennem sıcaklarının(kendi formunda cehennem tabii, bir Antalya değil) olduğu dönem hariç hemen hemen her dönem harika.

Kışın en kötü tarafı havanın çok erken kararması. Yazın da akşam saat 10’da bile apaydınlık olmasına epey şaşırıyordum.

Londra’da 1 Yıl – EN’ler

  • Borough Market – En sevdiğim sokak marketi
  • St. James Park – En sevdiğim park
  • Shoreditch & Liverpool Street – En deli dolu, İstanbul’u hatırlatan yerler.
  • Camden – En keşmekeş
  • Madison – En sevdiğim roof top
  • Buckingham Palace – En gereksiz
  • Covent Garden – En şeytan tüylü semt
  • Notting Hill – En renkli
  • Victoria and Albert Museum – En sevdiğim müze
  • The British Museum – En iç burkan müze 🙂
  • Soho-En iç açıcı yerlerden
  • Chinatown – Gitmeyi istemeyip en uğramadan geçemediğim
  • Daunt Books Marylebone – En ikonik kitapçı
  • Stanley Crescent – En popüler ilkbahar köşesi
  • Little Venice- Venedik’le en ilgisiz olan minik Venedik
  • Churchill Arms – En meşhur pub
  • Mercato Mayfair – Atmosferi en güzel food court
  • Greenwich – En karış karış ezberlediğim
  • Belgravia – En havasından geçilmeyen
  • Homeslice Pizza – En büyük pizzalar
  • Columbia Road Flower Market – En lokal Pazar aktivitesi
  • Big Mamma restaurantları – En popüler İtalyan restaurantları
  • Kafe Kitsune & Buns From Home & Monmouth Coffee – En influencer tatlı & kahve yerlerinden birkaçı
  • Word on the Water – En tatlı kitapçı
  • Trafalgar Tavern – En boğaz havalı pub
  • Kew Gardens – En cehennemin dibi ücretli bahçeler 🙂
  • National Gallery – En ünlü ressamların eserleri
  • Chelsea – Notting Hill’den sonra en renkli
  • Leadenhall Market – En Harry Potter atmosferli
  • Sky Garden – En yüksek bahçe
  • Actor Church bahçesi – Kalabalıklar içinde en gizli huzur köşesi
  • St. Dunstan in The East Church Garden – En mistik
  • Tower Bridge & Big Ben – En popüler ikili
  • Canary Wharf – En cool

Tez dönemim bitmek üzere. Çok yakında, Londra’da sonbahar önerileri, Londra’da Noel için güncellenmiş bir yazı, ev arama ve taşınma süreçleri, sosyalleşmek için alternatifler, Londra’da en sık kullanılan appler ve tüm bu tantananın içinde araya sıkıştırdığım Berlin gezisinden bazı notları da aktaracağım.

Yılın son çeyreğine girdik, rutinler, motivasyonel yazılar ve yeni yıla hazırlık için de dolu dolu içerikler planlıyorum. Ek olarak açıp genel anlamda kenarda bıraktığım podcast, youtube, tiktok kanallarım var. Onlar için de düzenli bir içerik takvimi olacak! Kısacası her anlamda vızır vızır bir sonbahar-kış dönemi beni bekler. İkinci bölüm sağlıklı, yaratıcı, üretken olsun!

Hizmetler: Koçluk almak ister misiniz?

Soru ve görüşleriniz için; İletişim sayfasından ya da yorum kısmından bana ulaşabilirsiniz.

3 Replies to “Londra’da 1 Yıl : Evde Bir Bayram Havası”

Biraz da siz kar(g)alayın!

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.